Maalesef kendisi bir ruh hastasıydı, bu kadar lirik şiirlerin çıkmasının sebebi de budur. ruh hastası olmak sapık bir katıl olmak demek değil, ciddi bir ruh hastalığı olmasıdır. yesenin akıl hastanesinde de yatmıştır ama maalesef düzelemedi ve öldü.
İlya Ehrenburg'un kaleminden Yesenin:
Çok soğuk bir kış günü Yesenin’e Tverskaya Caddesinde rastladım. Halis bir kahve içmek için «Kislovka» adını taktığı esrarlı bir yere gitmemizi teklif etti.
Bize kapıyı açan kadın sevinçli bir eda ile “Sergey Aleksandroviç, diye bağırdı, sizi dört gözle bekliyordum” Komodinin üzerindeki biblolara, eski İngiliz gravürlerine bakılırsa, eskiden varlıklı bir kadınmış; şimdi ise aktörler, yazarlar, karaborsacılar için ‘gizli’ bir restoran işletiyordu. Yesenin kadının kulağına bir şeyler fısıldadı. Hemen masanın üzerinde bir kahve takımı, şekerlik, pastalar, hatta küçük bir sürahi likör de peyda oldu. Ben, daha çok bir keşiş yaşamı sürüyordum. Bu çeşit yerlerin bulunabileceğini aklıma bile getirmemiştim. Şaşırdığımı gören Yesenin bir çocuk gibi sevindi: «Paris kahvelerinden ne farkı var?» dedi
Ev sahibi kadın Yesenin’in kravatını övdü, o yine sevindi. Sırtında açık renk bir ceket, ayağında da rugan iskarpinler vardı. Gelip geçenler onu tanıdıkça, bir köy delikanlısı gibi gülümsüyor, koltuklan kabarıyordu...
Çok az içtik. Sürahi küçücüktü. Ama bu sıcak ve rahat odadan bir türlü ayrılmak istemiyorduk. Yesenin beni adeta şaşırttı: Resimden söz etmeye başladı. Geçenlerde Şçukin’in tablo koleksiyonlarını gidip görmüş, Picasso onu çok ilgilendirmiş. Meğer Verlaine ile Rimbaud’yu da çevirilerinden okumuş. Sonra Puşkin’den şiirler okumaya başladı.
Birdenbire Mayakovski ye çatmaya başladı: «Tit ve Vlas*… Peki, bundan ne anlıyor? Hatta anlamış olsa ‘bile bunun şiirle ne ilgisi var?» sözleri beni hiç de şaşırtmamıştı. Bundan bir süre önce Politeknik müzesinde, Mayakovski ile Yesenin’in bütün bir akşam birbirlerine nasıl küfür ettiklerini dinlemiştim. Ama yine de Yesenin’e Mayakovski’nin kendisini neden böylesine sinirlendirdiğini sormaktan kendimi alamadım. Yesenin’in cevabı şu oldu : «O, bir şeyler için şairdir, ben ise, bir şeylerden ötürü şairim… Neden ötürü olduğumu kendim de bilmiyorum. O yetmiş yaşına kadar yaşayacak, onun heykelini dikecekler… (Yesenin her zaman delice şöhrete düşkündü. Heykel onun için tunç bir anıt değil, ölümsüzlüğün bir sembolü idi). Ben ise, onun şiirlerinin yapıştırıldığı tahta perdenin dibinde geberip gideceğim… Ama ben yine de kendimi onunla değişmem.» Ona itiraz etmeyi denedim. Yesenin’in neşesi yerindeydi. istemeyerek Mayakovski’nin bir şair olduğunu kabul etti, ama «önemli bir şair değildi»; diye ekledi. Yeniden Puşkin’den şiirler okudu : «Ah, onun gibi şöyle bir dörtlük yazabilsem, ondan sonra ölsem de gam yemem… ben herhalde yakında öleceğim »
Sokakta vedalaşırken, Yesenin : «şiir pasta değil ki onu ruble ile satın alasın!..» dedi. Bu sözleri hatırladım. Bunlar beni şaşırtmıştı: O gün ilk defa onu görüyordum. Oysa onunla daha önce tanışmıştık. Şiirlerini de çoktandır seviyordum.
1917 yılı sonbaharında, Petrograd’da, genç şair kadınlarımızdan M. M. Şkapskaya beni evine çağırmıştı. Kendisini Paris’ten tanıyordum.
Masanın başında, sırtında köylü gömleğiyle, N. A, Klüyev oturmuş, tabaktan, gürültülü gürültülü çay içiyordu. Onu hemen, binlerce defa tekrarlayıp artık iyice ezberlediği bir rolü oynayan bir aktöre benzettim. Genç, çok yakışıklı bir delikanlının gelişiyle, konuşmamız kesildi. Gelen yakışıklı delikanlı gülümseyerek kendini tanıttı: «Yesenin», sonra ekledi: «Sergey, Servoja…» gözleri mavi ve saftı. Şkapskaya ondan, bir şiir okumasını rica etti. Karşımda büyük bir şair bulunduğunu hemen anladım. Ama o gülümseyerek çıkıp gitti.
Sonraları onunla bir kaç sefer Moskova’da karşılaştık Şiirden, olaylardan söz ettik. Mayakovski, heyecanım, ülküsünün emrine vermişti. Yesenin ise «Momino», «Pegas’m hayvan bölmesi» gibi şiirlerle (kendisinin bana söylediği üzere) «Delilikler edebilir »di. Ama o, hiç düşünmeden, o anda aklına nasıl eserse öyle şiir yazardı. Sonunda, manevi yenilgisini kabul ederek şöyle demişti
Her şeyi kabul ediyorum
Her şeyi olduğu gibi kabul ediyorum
Bütün ruhumu Ekim’e, Mayıs a veririm.
Ama, yalnız sevgili lirimi vermem.
Mutluydu.
Mayakovski, anlamamazlıklarla, kimisinin alaylarıyla, kimisinin soğuk davranışlarıyla savaşmak zorunda kalmıştı. Oysa Yesenin’i anlıyorlardı. Daha sağlığında seviyorlardı. Onun şiirlerinde öylesine bir içtenlik, öylesine olağanüstü bir ahenk vardı ki, onun meyhanelerdeki o çirkin davranışlarını duyup ona kızanları bile büyülüyordu. Şöhreti hayal ediyordu. Şöhretle, gırtlağına kadar doydu. Yirmi beş yaşlarında bulunduğu sıralarda, annesiyle babasına şöyle seslenmişti:
Oh, oğlunuzun bütün Rusya’da
En iyi bir şair olduğunu!
Bir bilseniz.!
İlya Ehrenburg
Kaynak İlya Ehrenburg Anılar
Çeviren Ali Ediz. Kuzey Yayınları Birinci Baskı 1985